Torbalı

Son yıllarda arkeologlar, tarihçiler ve turizmcilerin ilgi odağı olan Torbalı’nın yakın gelecekte inanç ve kültür turizminde İzmir’in en önemli merkezlerinden biri haline gelmesi, yerli ve yabancı turistlerin akınına uğraması bekleniyor

İzmir’e 45 kilometre uzaklıkta bulunan Torbalı, doğusunda Bayındır ve Tire, batısında Menderes, güneyinde Selçuk, kuzeyinde de Kemalpaşa ilçeleri ile çevrili. İzmir’in güneyinde yer alan ilçe, Küçük Menderes Havzasının kuzeybatısında yer alıyor. İlçenin kuzey kesimini Nif (Kemalpaşa) Dağı’nın güney uzantıları ile Mahmut Dağı’nın batı uzantıları engebelendirirken bunun dışında kalan alanlar Küçük Menderes Ovası’nın devamını teşkil ediyor.

Torbalı, başta Metropolis ve Nif Dağı olmak üzere tarihi değerleri, dağ köylerindeki eski taş evleri, Sultan İkinci Abdülhamit’in padişahlık döneminde yaptırdığı okulları, camileri, havuzları ve çeşmeleriyle yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.

Geçtiğimiz aylarda ören yeri statüsüne kavuşan ve ziyarete açılan Metropolis Antik Kenti ile kazı çalışmalarının sürdürüldüğü Dağkızılca Nif Dağı bölgesinin yakın gelecekte ilçenin kaderini değiştirmesi bekleniyor.  

Selçuk ve Kuşadası gibi bölgenin turizm merkezlerine yakınlığıyla iyi bir konuma sahip olan Torbalı günübirlik turizmden de pay alabilecek bir potansiyele sahip.

Triyanna’dan Torbalı’ya

Tarihin bilinen devirlerinden beri çeşitli uygarlıkların merkezi olan Torbalı’nın ismini antik çağın ünlü şehirlerinden biri olan “Metropolis” bir diğer adıyla Triyanna yada Tripolis’den aldığı rivayet edilir.

Araştırmalar, Küçükmenderes havzasının verimli toprakları üzerinde kurulan bugünkü Torbalı’da ilk yerleşimin, M.Ö. 3000 yıllarında Ephessos (Selçuk), Smyrna (İzmir), Kolophon (Değirmendere), Nation (Ahmetbeyli) ve Nif (Kemalpaşa) antik kentleri arasında kalan bölgede gerçekleştiğini işaret eder.

M.Ö. 2500 yılında Metropolis kentiyle birlikte gelişen, Lydia zamanında (M.Ö. 7. yüzyıl) ise en parlak çağını yaşayan bölge, sırasıyla Neolitik, Kalkolotik, Tunç Çağları ile Frigya, Lydia, Pers, Roma ve Bizans dönemlerini, 1071-1317 tarihlerinde Selçuklular ve Aydınoğulları, daha sonraları Osmanlı dönemini yaşar. Torbalı’nın Türk egemenliğinde bir yönetim birimi statüsü kazanması 1390 yılında Yıldırım Bayezit’in şehzadesi Ertuğrul Beyi vali olarak Aydın’a atanmasıyla başlar ve o dönemde Torbalı İzmir Sancağına bağlı bir birim olarak kayıtlara geçer. Osmanlı döneminde Osmanlı Sultanı Çelebi Mehmet’in 1414 yılında İzmir’i almasıyla Torbalı da İzmir ve civarıyla birlikte 1425 yılında Osmanlı yönetimi altına girer. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, 15 Mayıs 1919 -7 Eylül 1922 yılları arasında 40 aya yakın bir süre işgal altında kalır. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ve Cumhuriyetin ilanı ile birlikte 20 Nisan 1924 tarihli 491 Sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu uyarınca sancaklar kaldırılıp yerine vilayetler oluşturulunca, Aydın Vilayeti parçalanır, İzmir Sancağı da İzmir Vilayeti olarak kurulur. Torbalı da İzmir’e bağlı bir nahiye olur. 26 Haziran 1926 tarih ve 877 Sayılı Teşkilatı Mülkiye Kanunu ile Torbalı ilçe haline getirilir,  (26.06.1926 tarih ve 404 Sayılı Resmi Gazete) 1927 yılında ise belediyelik olur.

Ana Tanrıça’nın kenti Metropolis

İzmir–Aydın otoyolunun 52. kilometresinde yer alan, İzmir İli, Torbalı ilçesine bağlı Yeniköy ve Özbey Mahalleleri arasındaki bir tepe ve yamaçlarında kurulmuş olan Metropolis, antik yazarlar tarafından bir İon kenti olarak anlatılır.  Antik Gallesion (Alaman) Dağı, Uyuzdere Mevkiinde yer alan ve Ana Tanrıça ile bağlantılı olduğu anlaşılan kült mağaraları ile kent yazıtlarında görülen  “Meter Gallesia-Gallesion dağının tanrıçası” ifadelerine dayanarak "Metropolis" adının  "Ana Tanrıça Kenti" anlamına geldiği kabul edilir. Nitekim kent ve kült mağaralarındaki araştırmalarda ortaya çıkarılan çok sayıdaki Ana Tanrıça’ya adanmış terracotta figürün buluntuları bu savı destekler. Şehir, oldukça verimli Kaystros (Küçük Menderes) ovasına hâkim konumdadır. Nehrin ve ovanın getirdiği zenginlik, çağlar boyunca bölgenin canlı kalmasında etken olmuştur. Antik yazarlar ve tarihçiler Metropolis'in bağcılıktaki ününden, bu bağlardaki üzümlerden yapılan şarapların Metropolis ekonomisine sağladığı katkıdan bahsederler. Bununla beraber kent zeytin ve zeytinyağı üretiminde de ön plandadır. Kentte yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan mimari yapılar ve sanat eserleri kentin ekonomik anlamda da nedenli güçlü olduğunu gösterir. 

Metropolis yakınındaki ilk yerleşim izleri Dedecik-Heybelitepe’de gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda belirlenmiştir. Metropolis’in yaklaşık 1 kilometre güneyinde yer alan yerleşimdeki en erken buluntular Geç Neolitik/ Erken Kalkolitik Döneme tarihlendirilmiştir. Bu alanda tespit edilen obsidyen aletlerin Melos Adası’ndan getirilen hammadde ile üretilmiş olduğu düşünülmektedir. Kentin yaklaşık 7 kilometre kuzeyinde yer alan Bademgediği Tepesi ise Tunç Çağı'nın her üç evresine ait buluntu ve bilgi veren önemli bir merkezdir. Bugüne kadar beş yapı katı saptanan ve yaklaşık M.Ö. 1300-1190 yılları arasında tarih sahnesindeki varlığı belirlenen yerleşimin Hitit Kaynakları’nda da geçen Arzawa Krallığı kentlerinden Puranda olabileceği üzerinde durulmaktadır.

Piskoposluk merkezi olarak tanındı

Metropolis'in güçlü bir surla çevrili akropolisi, dönemin modern şehircilik anlayışına uygun olarak M.Ö. 3. yüzyılda inşa edilmiştir. Kent, Pergamon Krallığı’nın desteği ile M.Ö. 2. yüzyılda zenginleşmiştir. Bu düzeyi en iyi sergileyen örnekler tiyatro, stoa, bouleuterion gibi görkemli anıtlardır.

Romalı tarihçi  Plinius  M.Ö. 1. yüzyılda Metropolis’i, Ephesos’un mahkeme bölgesi, yani conventus’u içinde gösterir. Tarihçi Appianos’tan öğrendiğimize göre, Ephesos, Tralleis (Aydın), Hypaipa (Ödemiş) gibi kentlerin yanı sıra Metropolis de M.Ö. 86 yılında Mithridates’in kısa süreli boyunduruğu altına girmiştir. Roma İmparatorluğu’nun kurucusu Augustus ile birlikte başlayan barış süreci (Pax Romana) Metropolis’de de hissedilir. Bu süreç kentte bir canlanmaya yol açmıştır. Tiberius Dönemi’ne kadar süren refah dönemi M.S. 17 yılındaki deprem felaketi ile son bulmuştur. M.S. 18 yılından itibaren depremden zarar gören kentin tekrar yaralarını sarmaya başladığı görülür. M.S. 3. yüzyıl sonlarından itibaren kent ekonomik yönden gerileme içine girmiştir. Bu durum M.S. 6. yüzyılda Metropolis’in piskoposluk merkezi olarak tanınmasına kadar sürmüştür. Araplıtepe Mevkii’nde farklı dönemlerde değişikliklere uğramış Bizans Kilisesi, M.S. 6. yüzyıldan itibaren piskoposluk kilisesi olarak kullanılmış olmalıdır.

Türklerin Anadolu’da giderek güçlenmeleri Bizanslıların savunma yapılarına önem vermelerini zorunlu kılmıştır. Stratejik konumu bir kez daha gündeme gelen Metropolis’de inşa edilen Bizans Kalesi, olasılıkla Laskarisler Dönemi'nde (1204-1261) yapılmış ya da büyük çapta onarım görmüştür. Ayrıca, Araplıtepe Bizans Kilisesi’nde Laskarisler Dönemi’ne denk düşen, Selçuklu hükümdarları I. İzzettin Keykâvus (1210-1219) ve Gıyaseddin Keyhüsrev’e (1236-1246) ait sikkeler de bulunmuştur. Osmanlı kaynaklarında, Torbalı yakınında olması gereken Kızılhisar adlı bir kalenin varlığından söz edilir. Metropolis Kalesi bu tarife uygun görünmektedir. Eski Bizans Kalesi Osmanlılar Dönemi’nde bir süre kullanılmış, Osmanlıların yörede barışı sağlamalarından sonra dağ yamacındaki bu kale yerleşimi işlevini tamamlayarak terk edilmiş ve yerleşim ovadaki bugünkü Torbalı’nın olduğu yere taşınmış olmalıdır.

Kazılar 1990 yılında başladı

1990 yılında Metropolis’de kazıların başlamasıyla birlikte özellikle Helenistik dokuyu anlamaya yönelik çalışmalar yapılmıştır. Bu kapsamda kentin tiyatrosu, bouleuterionu ve stoa yapısı ortaya çıkarılmıştır.

Metropolis Tiyatrosu, Helenistik Dönem’de tamamen ana kayaya oyularak yapılmıştır. Tek diazomalı yaklaşık 4 bin kişilik bir tiyatrodur. Ele geçen epigrafik ve arkeolojik buluntulara göre, yapıda teatral gösterilerin yanı sıra sosyal ve dini törenlerin de yapıldığı anlaşılmaktadır. Roma döneminde sahne ve orkestrada bazı değişiklikler yapılmıştır. Helenistik sahne genişletilmiş orkestra zemini mavi-beyaz mermerlerle kaplanmıştır. 

Tiyatronun doğu kenarına bitişik inşa edilen Roma dönemine ait geniş mekânın duvarlarında geometrik şekilli freskler, taban döşemesinde ise renkli taşlarla yapılmış iki panel mozaik ortaya çıkarılmıştır. Ana mozaiğin merkezinde, tiyatro, eğlence ve şarap tanrısı Dionysos, karısı Ariadne ile konuyla ilgili mitolojik karakterler (Menad vb.) yer almaktadır. Figürler dört mevsimi sembolize eden dört portre şeklinde dizayn edilmişlerdir. Yan panelde ise, komedya ve tragedya masklarının yanı sıra balık ve kuş figürleri olduğu için, bu mekanın tiyatro yapısıyla ilgili bir resepsiyon salonu olduğu kabul edilmektedir.

MÖ. 2. yüzyılın ortalarında yapılan, antik dönemin meclis binaları olarak adlandırılan bouleuterionlarda, kentle ilgili kararlar alınırdı. Metropolis Bouleuterionu, 16,90 x 17,70 metre boyutlarıyla kareye yakın bir forma sahiptir. 400 kişi kapasiteli toplantı salonu, basamaklarla iki bölüme (kerkides) ayrılmıştır. Dairesel formlu oturma sıraları, antik tiyatrolarda olduğu gibi at nalı formunda tasarlanmıştır. 13. yüzyılda yapılan Bizans Kalesi’nin güney duvarları, meclis binasının üzerinden geçmektedir. M.Ö. 2. yüzyılda inşa edilen bir başka yapı stoadır. Yağmur ve güneşten korunmak amacıyla yapılan stoalar, dini törenlerde, siyasi ve felsefi toplantılarda, ticari ve kültürel etkinliklerde kullanılmaktaydı. MÖ. 2. yüzyılda inşa edilen Metropolis Stoası’nın uzunluğu 67 metre ve genişliği 10 metre (200x30 ayak) ölçülerindedir. Yapının çatısı, Dor düzenindeki iki sütun sırası sayesinde taşınmaktadır.

Orta kent olarak adlandırılan ve resmi yapıların bulunduğu alan üç teras halinde planlanmış ve birbirini kesen basamak ve sokaklarla düzenlenmiştir. En alt terasta bir insulayı tamamen kaplayacak şekilde bir hamam yapısı bulunmaktadır.

Güncel çalışmalar

2007 yılında başlayan ikinci dönem çalışmaları Metropolis’de Roma İmparatorluk Dönemini aydınlatmaya yönelik çalışmalarla devam etmiştir. M.S. 2. - 3. yüzyıl sürecinde kentin büyüyen nüfusuyla birlikte sınırlarının genişleyerek hızlı bir imarlaşma süreci yaşamış olduğu anlaşılmaktadır.

2008 kazı sezonunda, antik tiyatronun güney yamacında tiyatro ve şehir merkezi bağlantısını araştırmak amacıyla yapılan kazılarda ortaya çıkan peristil avlulu ev şimdiye kadar kent ile ilgili bilinmeyen sivil yaşama ait detayları aydınlatmaya başlamıştır. Ortadaki kare planlı geniş avlu mermer plakalar ile kaplanmış ve her kenarında dört sütun sırası ile çevrelenmiştir. Peristili çevreleyen mekânlar ise içerdekileri renkli duvar sıvaları ve zengin buluntuları ile yapının Roma Dönemi'nde yaşamış varlıklı bir Metropolis'liye ait olduğunu göstermektedir.

Peristilli yapının kuzeydoğusunda bulunan ve M.Ö. 150 – 145 tarihlendirilen bir mezar bu alanın kentin erken nekropolü olabileceğini göstermiştir. Nitekim aynı alanda ve hatta tiyatro alanında bile benzer nitelikte anakayaya oyulmuş sanduka şeklinde Helenistik mezarlar tespit edilmiştir. İskeletin üzerinde yapılan incelemeler sonucunda mezarın 25 yaşlarında genç bir kadına ait olduğu anlaşılmıştır. İskeletin etrafında, bazıları kırılmış 41 adet pişmiş topraktan yapılmış unguanteria ele geçti. Kafatası etrafında ele geçen ve üzerlerinde Apollon başı ile arı röliefi bulunan iki altın pul da muhtemelen ölünün gözleri üzerinde durmaktaydı. Yine baş etrafında ele geçen, bir çift altın küpe, bronz aynalar, kemikten ve gümüşten kozmetik kaşıkları yüzyıllar öncesinde de süslenmeye ne kadar önem verdiğini bir kez daha ortaya çıkarmıştır.

Metropolis’de son 7 yıldır üzerinde yoğun bir şekilde çalışılan en önemli alan aşağı hamam ve palaestra yapısıdır. Zengin mozaikleriyle dikkat çeken bu kompleks, Metropolis’in Roma Dönemi’nde nüfus ve yerleşim bakımından genişlediğini göstermektedir. Çalışmalar son yıllarda bu alanda ağırlık kazanmış ve bunun sonucunda yapının 3 evrede büyütüldüğü ve genişletildiği anlaşılmıştır.

2003 yılında Metropolis’i oluşturan yamaç yerleşimin ovayla birleştiği, doğu bölümünde uzun yıllardır bilinen kalın bir duvar kalıntısının yüzeyde görüldüğü alan, halk arasında han yıkığı olarak adlandırılmaktaydı. Yapı kalıntısı ve civarını aştırmak için ilk kazı çalışmaları 2003 yılında bu noktada başlamıştır. Bölgedeki 2004 yılı kazı çalışmaları sonucunda ortaya çıkan büyük bir tonoz ve ısıtmayla bağlantılı hypocaust sistemine ait tubuli ve pillae parçaları, alandaki yapının imparatorluk tipi bir therme olduğu sonucunu çıkarmıştır. Bu sonuçlar üzerine alanda ve yakın çevresinde jeofizik araştırmaları yapılmış, yer radarıyla yapılan magnetik ölçümler sonucunda yapıyla bağlantılı olduğu düşünülen mimari oluşumların geniş bir alanı kapsadığı anlaşılmıştır. Bunun üzerine bölgedeki çalışmalara önem verilmiş, yapı ve çevresi kentteki ana araştırma alanlarından biri olmuştur. 2009-2012 yılları arasında hamamın ana bölümlerini oluşturan tepidarium, caldarium, yıkanma havuzları, 40X40 metre ölçülerindeki palestra ve palestra’yı çevreleyen geometrik süslemeli mozaikli portikolar keşfedilmiştir. Portikolara ait arşitrav blokları üzerinde de eski Yunanca olarak İmparator Antoninus Pius’a ait bir adama yazıtı bulunmuştur. 2012-2014 yılları arasında yapılan kazılarla da hamamın yıkanma bölümlerini üç noktadan çeviren servis koridorları ve üç nefli renkli mermerlerle kaplı frigidariumbölümü keşfedilmiştir. Ayrıca bu araştırmalar sonucunda yapının kentin Helenistik ızgara planlama sistemine de uyduğu anlaşılmıştır.

Metropolis Antik Kenti’nde 2015 yılı kazı sezonunda baş tanrı Zeus için inşa edilmiş bir kült alanının varlığı tespit edildi. Antik Kent’in dışında bulunan ve Metropolis’e adını veren Ana Tanrıça’ya ait kült alanı dışında şehir merkezinde yer alan ilk ve tek tapım merkezi olarak kayıtlara geçen alan, henüz yeni çalışılmaya başlamasına karşın çok önemli arkeolojik bulgular sunmuştur. Kazı alanı akropolisin kuzeye bakan kayalık bölümünün hemen önünde yer alır. Çalışmalar yüzeyde tespit edilen 50 santimetre ile 1 metre arasında değişen ölçülere sahip mimari blokların çevresinde başlamış ve genişletilmiştir.

Kazı alanında sytolobat  (sütun taşıyıcı) bloklarının takip edilmesi sırasında yazıtlı sütunlar, bir sunak parçası ve bir heykel kaidesinin tespit edilmesi heyecan yaratmıştır. Bununla beraber ana kayanın belirli bir bölümünün düzenli bir şekilde kesilerek mimari yapılanmayla iç içe geçmesi Metropolis’de şimdiye kadar pek karşılaşılmayan bir mimari tasarım olarak görülmektedir. Yazıtlar üzerine yapılan çalışmalar sonucunda Metropolis’de daha önceden varlığını bilinen fakat yeri bilinmeyen bu alanın Zeus Krezimos’a adanmış bir kült (tapınım) alanı olduğu anlaşılmıştır. Bu kültle beraber Metropolis’de tapım gören Hera ve Ares kültlerinin de yazıtlar aracılığıyla bilinmesine karşın şimdiye kadar hiç birinin kentteki kesin yerlerinin saptanamamış olması bakımından Zeus Krezimos kült alanının bulunması, Metropolis’de bir kült alanın kesin yerinin ilk kez keşfi açısından büyük öneme sahiptir.

2012 yılında çalışmalarına başlanan ve 2015 yılında sonuçlanan “Metropolis Ören Yeri Ziyaretçi Karşılama Merkezi ve Gezi Güzergahı Düzenleme Projesi” ile kent ören yeri statüsüne kavuşmuştur. Proje, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Uygulama Dairesi Başkanlığı tarafından uygulanmıştır.

Nif Dağı Kazısı

Nif (Olympos) Dağı, İzmir (Smyrna) Körfezi’nin doğusundadır. Kuzeyinde, Sipylos Dağı ile arasında, Hermos (Gediz) nehrinin bir kolu olan Kryos’un (Nif Çayı’nın) suladığı bereketli Kemalpaşa Ovası; doğusunda, Smyrna – Sardeis yolunu güneye, Kaystros (Küçük Menderes) Vadisi’ne bağlayan ve Nif Dağı’nı Drakon (Mahmut Dağı) – Tmolos (Bozdağlar) silsilesinden ayıran Karabel Geçidi, güneyinde Torbalı Ovası yer alır.

Yapılan inceleme gezileri (1999 – 2001), yüzey araştırmaları (2004 – 2005) ve kazılar (2006 – 2009), Nif Dağı’nın çeşitli kültürler barındırdığını kanıtlamıştır; başlıca kalıntılar Hellenistik Dönem ve Bizans Dönemi yapılarına ait oldukları halde, gerek yüzeyde gerekse kazıda ele geçen keramik, M.Ö. 8. yüzyıldan M.S. 13. yüzyıla dek tarihlenmektedir. Ayrıca kazılar, Karamattepe’de MÖ. 6. yüzyıla tarihlenen ismi ve niteliği henüz bilinmeyen bir yerleşimin temellerini ortaya çıkarmaya başlamıştır.

Mevcut literatüre göre daha önceki yıllarda İzmir çevresinde araştırma yapan bazı araştırmacılar, Nif Dağı ile ilgili olarak yalnızca kalelere ve “Freskli Mağara”ya değinmekte, geniş Nekropol alanlarındaki mezarlardan ve büyük Bizans yapılarından hiç söz etmemektedirler.

​Nif Dağı’nda ilk arkeolojik kazılar, Bakanlar Kurulu’nun kararıyla, T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Üniversitesi adına Prof. Dr. Elif Tül Tulunay başkanlığında, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün izni ve İstanbul Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi’nin desteğiyle, ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü ve Genel Kurmay Başkanlığı’nın da katkılarıyla 1 Eylül 2006 tarihinde başlamıştır.

Nif Dağı Kazısı, Karamattepe’de ortaya çıkarılan hiç bilinmeyen geometrik / arkaik bir yerleşmeye ait buluntular ve aynı alanda Hellenistik Dönem’e tarihlenen bir nekropolisin mezar kontekstleri; Dağkızılca’da bulunan mezarlar ve Başpınar’daki Laskarisler Dönemi kilisesi yöreye ilişkin önemli arkeolojik veriler sunmuştur.

Nif Dağı’nda, özellikle, gömme (inhumasyon) ve yakma (kremasyon) geleneğine bağlı Klâsik – Hellenistik mezarlar (basit tekne, lahit, mimari oda, Hydria, Amphora vb.) bulunan Karamattepe ve Dağkızılca nekropolleri , yöreye ilişkin mezar tipolojisi ve ölü gömme gelenekleri konusunda araştırmalar için çok uygun alanlardır.
Karamattepe’de bulunan metal eserler, özellikle çeşitli tiplerdeki ok ucu / namlular, M.Ö. 6. – 4. yüzyıllara ait antik savaş aletleri teknolojisi konusunda yeni ipuçları vermektedir.

Nif Dağı’ndaki bilimsel çalışmalar, bölgenin barındırmış olduğu kültürleri tanınmasını sağlamaktadır.  Yalnızca 2006  yılından beri sürdürülen kazılarda bulunan, özellikle kırıksız ele geçen veya tümlenen, kil analizine göre yerel üretilmiş taklit ya da özgün ilginç formlardaki keramik buluntular; farklı yörelere ait iyi korunagelmiş Hellenistik sikkeler; çok çeşitlilik gösteren bronz ve demir ok uçları / namlular; bir biley taşı, ender rastlanan yarısı korunagelmiş bir cam kase, kemik bir “bıyık tarağı” İzmir Arkeoloji Müzesi’nde bir “Nif Dağı Kazısı Vitrini” açmak için yeterli görülmektedir ve konuya ilişkin çalışmalara başlanmıştır.

Nif Dağı, büyük bir kültür ve doğa turizmi potansiyeline sahiptir ve “Nif (Olympos) Dağı Araştırma ve Kazı Projesi”nin, bu konuda ülke ekonomisine önemli katkıda bulunacağı öngörülmektedir. Ayrıca bu proje kapsamında, yöre halkına arkeolojiyi sevdirmek için, konferanslar düzenlenmekte; onları kazımızda istihdam ederek, hem yaz aylarında işsiz kalmamaları sağlanmakta, hem de onlara, bilimsel kazıların kendilerine gelecekte turizm açısından sunacağı imkânlar anlatılarak, kültür varlıklarımızı korumamız gerekliliği bilinci aşılanmaktadır.

“Nif (Olympos) Dağı Araştırma ve Kazı Projesi”nin, gelecekte, Türk arkeolojisine ve kültür turizmine büyük katkı sağlaması beklenmektedir.

Hipodrom Köşk Binası

Torbalı merkezde bulunan ve II. Abdülhamid döneminde inşa edilen yapı, Hipodrom olorak bilinir.

II. Abdülhamid tarafından Baltacı Dimyos adlı bir Rumdan satın aldığı araziler üzerine kurulmuş olan köşkün arazi üzerindeki mantar meşeleri İspanya Kralı 12. Alfonso tarafından Sultan 2. Abdülhamide hediye edilerek dikilmiştir. Evliyazade Refik Bey 1894 yılında burada bir yarış sahası kurduğu için, II. Abdülhamit tarafından bir nişanla ödüllendirilmiştir.

Yörede “Apdülhamid’in seyir terası” olarak anılan yapı, iki katlı olup, yığma kagir, dış duvarlara ve ahşap karkas iç taşıyıcı iskelete sahiptir. Dış duvarlar yığma moloz taş, iç duvarlar bağdadidir. Yapının ikinci katına ait sadece kuzey duvarı sağlam olarak yerinde kalmıştır. Zemin kat yığma taş malzeme ile inşa edilmiş olup, kalın bir harç tabakası ile sıvanmış ve badanalanmıştır. Zemin katta her yönden birer adet olmak üzere toplam dört adet giriş bulunmakta; ayrıca yapının üst kat doğu cephesinden kagir merdivenli beşinci bir girişi de bulunmaktadır. Yapıda malzeme olarak taş, tuğla, ahşap, taşıyıcı, koruyucu ve dolgu malzemesi olarak oldukça fazla kullanılmıştır. Üst örtüde ise, alaturka kiremit kullanılmıştır. Dış duvarlar sıvasızdır. Sıva üzeri taş taklidi derz yapılmıştır. Yapının kuzey giriş cephesi diğerlerine göre daha gösterişlidir.Kemerlerin kilit taşlarında alçak kabartma şeklinde ay yıldız motifi görülür. Pencereler ferforje dövme demir parmaklıklara sahiptir. Yapının köşelerinde, yeşil andezit taşından, çaplı köşe motifleri yapılmıştır.

Uzun yıllar atıl olarak kalan yapı Todrbalı Belediyesi tarafından restore edilmiştir.

Doğa ve av turizmine elverişli

Tarihsel nitelik taşıyan öğelerin yanı sıra Torbalı’nın arazi yapısı, iklimi ve bitki örtüsü doğa turizmine ve av hayvanlarının barınmasına elverişli bir ortam hazırlamaktadır. Bu nedenle av hayvanı türü oldukça fazladır. Bu potansiyelin iyi tanıtılması halinde turizme kazandırılması ve konaklama amacıyla gelen turist sayısının arttırılması mümkündür.

Dağtekke köyü şifa dağıtıyor

İzmir’e 70 kilometre, Torbalı’ya 25 kilometre uzaklıkta olan Dağtekke Mahallesi’nde bulunan şifalı su metal çürütücü özelliğe sahiptir. Sindirim yolu, böbrek taşları, şeker hastalıkları, taş, kireçlenme, kum, çamur, üre gibi hastalıklara iyi geldiği bilinen suyun pek çok kişiyi sağlığına kavuşturduğu söylenir. Ameliyatsız ve ağrısız böbrek taşları ve kumuna çare olarak tavsiye edilen şifalı suyun çıktığı Dağtekke Mahallesi, doğayla baş başa vakit geçirmek için de elverişli bir ortam sunar.

Torbalı Belediyesi de yürüttüğü ‘Kırsal Turizm Projesi’ çerçevesinde, Dağtekke Mahallesi’ni doğası, eşsiz manzarası, temiz çam havası, şifa kaynağı suyu ve organik ürünleriyle kır turizmi ve sağlık turizmine kazandırmayı amaçlıyor.

Mağaraları zengin turizm potansiyeline sahip

Ege Mağara Araştırmaları ve Koruma Derneği’nin (EGEMAK) İzmir Kalkınma Ajansı’ın desteğiyle yürüttüğü araştırma sonuçlarına göre Torbalı 8 mağarası ile İzmir’de en fazla mağara bulunan ilçelerinden biridir. İlçe sınırları içerisinde bulunan ve henüz turizme açılmamış olan Özbey köyü çevresindeki mağaralar zengin turizm potansiyeline sahiptir. Bu mağaralar içinde en ilginci ise Metropolis Antik Kenti yakınlarındaki Uyuzdere Mağarası’dır. Roma Dönemi’nde iskân yeri olarak kullanıldığı sanılan mağarada çeşitli tarihi kaplar ve su testileri bulunmuş ancak herhangi bir arkeolojik çalışma yapılmamıştır. Dümbelek Mağarası, Maden Mağarası, Onyx Mağarası, İncirli Mağarası, Beşikçi Mağarası, Güvercinli Mağarası ve Sarı Kristal Mağarası ilçedeki diğer mağaralardır.

Geleneksel Deve Güreşi Festivali

Torbalı Belediyesi tarafından her yıl organize edilen ve bu yıl sekizincisi gerçekleştirilen Geleneksel Deve Güreşleri Festivali ilçeyi ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çeker. Mehteran gösterisinin de sunulduğu yüzyıllardır gelenek haline gelmiş festival renkli görüntülere sahne olur.

Renkli Kalem Medya Grubu
Tüm Hakları Saklıdır ©