İzmir karar vermeli!

Bellboyluk yaptığı binaya otuz yıllık yurt dışı deneyiminin ardından genel müdür olarak dönmüş Melik Kızılcan. Otelcilik sektörünün bu deneyimli ismine göre, İzmir markalaşma sürecinde henüz emekliyor.

Röportaj: Ceyda Adar

 

Bellboyluktan Genel Müdürlüğe uzanan başarılı bir yol serüveninin kahramanı Melik Kızılcan. Yıllar önce bellboy olarak hizmet verdiği Etap Oteli, bugünkü adıyla Mövenpick İzmir’e genel müdür olarak dönen Kızılcan, 30 yıllık yurtdışı deneyimini İzmir ile paylaşıyor. Çevre illerde konaklama imkanlarının artmasıyla İzmir havaalanının bir atlama noktası olarak kullanılmaya başlandığını belirten Kızılcan, yapılması gerekenin, bölgeye gelen misafirlerin İzmir’de en azından 1-2 gün geçirebilmesini sağlayacak bir sebep yaratmak olduğunu söylüyor. Verilen bir hediyede paketin hatırlanmadığı gibi turizm sektöründe de akılda kalanın deneyimler ve yaşanan olduğunu dile getiren Melik Kızılcan’a göre, İzmir öncelikle turizmin hangi alanında ön plana çıkaracağına karar vermeli. Kongre şehri olmaya çalışan İzmir’de otel sayısının azlığına dikkat çeken Kızılcan, “Şu anda eğer 1500-2000 kişilik bir kongre alacak olursanız, bu sayıyı karşılayacak otel yok” diyor.

- Bellboylukla adım attığınız turizm sektöründe bugün genel müdürlük görevini üstleniyorsunuz. Bu size ne hissettiriyor?

KIZILCAN: Bellboyluk veya bulaşıkçılıktan genel müdür olmak bizim mesleğimizde olağan şeyler. Örneğin Amerika Filedelfiya’da çalıştığım yerdeki genel müdür, öğrencilik yıllarında bulaşıkçı olarak başlayıp, daha sonra genel müdürlüğe kadar yükselmiş. Ben bu binada bellboy olarak çalışıyordum. Etap Oteli’ydi zamanında. Burada belki ilginç olan taraf, mesleğe bellboy olarak başladığım otelden çıkıp, 30 sene yurtdışında bir macera yaşadıktan sonra, tekrar aynı binaya genel müdür olarak dönmek. Türkiye’ye dönme planlarım oluştuktan sonra bana yapılan ilk teklif burasıydı. İzmir’den çıktım ve 30 sene sonra tekrar İzmir’e ve aynı binaya, değişik bir isim altında bile olsa yine aynı binaya genel müdür olarak geldim. Tabii o da bu binayı benim için çok daha özel kılıyor.

- Yurtdışında uzun yıllar çalışmış biri olarak İzmir turizmini diğer ülkelerdeki kentlerin turizmiyle kıyasladığınızda nasıl bir değerlendirme çıkar ortaya? 

KIZILCAN: Ben 19 yıl İsveç’te çalıştım. Orayı saymıyorum çünkü turizm konusunda pek iddialı bir ülke değil. İhtiyaçları yok belki bir yerde. Onun haricinde Kahire geçmişim var mesela. Kahire’nin özellikleriyle de İzmir’i kıyaslamak biraz zor. Çünkü hem Mısır’ın başkenti hem de ekonominin can damarının olduğu bir şehir. Aynı zamanda piramitler ve Nil Nehri. Bütün bunlar tabii Kahire’nin cazibesini daha değişik kılıyor. İzmir’in turizm potansiyeline bakacak olursak, İzmir’de belirli bir doku vardı, biz onu zaman içerisinde yavaş yavaş yok etme başarısına ulaştık. Aynı zamanda turizmin şekli de değişti. Rekabet arttı. Rekabet derken, sadece ülkeler arası değil, Türkiye’deki destinasyonlar arasındaki rekabet de artmaya başladı. Daha önce İzmir Çiğli Havaalanı vardı. Turist buraya indiği zaman İzmir’de eli mahkum bir müddet kalmak zorundaydı. Çünkü İzmir çevresindeki diğer kentlerde konaklama tesisleri bu kadar gelişmiş değildi ve İzmir bir yerde bir monopol şeklindeydi buraya gelen turist için. Şimdi resim değişti. Örneğin Kuşadası’nda ciddi anlamda bir konaklama potansiyeli var. Zaten eskiye dayanarak şöyle söyleyebilirim ki, insanların büyük bir kısmının İzmir’e gelme sebebi, Efes ve St. John Kilisesi gibi yerleri, tarihi ve dini anlamda bir ziyaret. Eskiden burada kalmak zorunda olan insanlar, şu anda İzmir’i bir atlama tahtası olarak kullanıp, havaalanında inip, oradan başka yerlere gidiyorlar. O zaman İzmir’in yapması gereken belki, bu bölgeye gelen misafirlerin İzmir’de en azından 1-2 gün geçirebilmesini sağlayacak bir sebep yaratmak. Bu konuda çalışmalar var biliyorum. Herkes gerçekten istekli, arzulu. Belki de bu istek ve arzuların bir yerde koordine edilmesi ve aynı kanala taşınması lazım. Çünkü bir başı bozukluk var. Herkes kendi başına Don Kişot’luğa soyunmuş durumda. Belki bunu koordine edilecek bir kanalla eforlar aynı istikamete doğru giderse o zaman daha başarılı olur diye düşünüyorum. 

- İzmir’e döndüğünüzde sektörde bir değişim gözlemlediniz mi?

KIZILCAN: Eğer ben 30 yıl hiç İzmir’e gelmemiş olsaydım tabii o değişim çok daha bariz olacaktı. Ama ben İzmir’den ve Türkiye’den hiçbir zaman kopmadım. Devamlı olarak gidip geldim. Her sene gidip gelince, değişimi biraz daha sindirerek yaşamış oldum ama eğer olumlu olarak bir şey söyleyecek olursak, İzmir’in eli ayağı düzeldi biraz. Biraz daha tertipli oldu. Yollar biraz daha iyileşmiş, biraz daha derli toplu gibi bir görünüme kavuşmuş bir intiba yaratmıştı bende.

- Turizmde kalite anlamında bir değişiklik var mıydı?

KIZILCAN: Eskiden 1-2 otelin elinde oligopolü gibi bir durum vardı İzmir’de. Rekabetin olmadığı bir yerde kalitenin yürümesi biraz zor. Yani gerçekten idealist insanların ve müesseselerin olması lazım ki, rekabet olmadan bile kendi kendisini iyileştirme ihtiyacını hissetsin. Çünkü iş hayatında rekabetin olmadığı zaman genelde oluşan şey rehavettir. İki tane daha uluslararası şirketin buraya gelmesiyle artan rekabet, İzmir’de hizmet sektöründeki kaliteyi eli mahkûm bir yerde iyileştirmeye başladı ki, bunun örneklerini Basmane’de açılan otellerde de görebiliriz. Geçtiğimiz günlerde oradaki üç yıldızlı otellerden birinin açılışına katıldım. Gördüm ki, oraya bir profesyonel mimar getirilmiş, o kendine göre bir takım tercümelerde bulunmuş ve orada birtakım çözümler yaratmış. Yani bir çaba gördüm, kalite artıyor. Bu gerçekten güzel bir şey. Belki biraz paradoks olarak gelecektir size ama ben isterim ki, buraya bir Kempinski açılsın, dünyanın tanınmış, büyük zincirleri de buraya gelsin. Diyeceksiniz ki, pastanın boyu ne kadar ki, kendi kendinizi dizinizden vuruyorsunuz. Başka otellerin gelmesi rekabeti artıracaktır ve sizi daha da zora sokacaktır iş anlamında, finansal anlamda ama bu tür şeyler bence İzmir’in destinasyon olarak daha aktif hale gelmesini sağlayacak, bir katkıda bulunacaktır. Bu otellerin burada bulunması bir yerde dışarıdaki 

pazara da bir güven duygusu sağlıyor. Bugün pek çok millet bir yere gideceği zaman oradaki oteller eğer kendi ülkesinden orijine bir otelse genelde rezervasyonu o otellere yaparlar. Çünkü bir güven duygusu vardır. O yüzden bence İzmir’e daha fazla enternasyonal otelin gelmesi bu konuda katkıda bulunacaktır. 

- ‘’İzmir’in gerçek anlamda bir turizm şehri olabilmesi için daha çok otele ihtiyacı var” şeklinde bir demeciniz olmuştu. Otel sayısının azlığı sektörü de sekteye uğratıyor mu? 

KIZILCAN: Mesela şöyle söyleyeyim, biz burada kongre şehri olmaya çalışıyoruz. Ama şu anda eğer İzmir’de 1500-2000 kişilik bir kongre alacak olursanız, bu sayıyı karşılayacak otel yok. Yatırımcı İzmir’deki potansiyelin artmasını bekliyor belki. Yani talep artarsa, yatırım yaparım şeklinde bir girişim veya ruhsal durum içerisinde. Kongreler planlandığı zaman şehrin potansiyeli yoksa buraya aktarılmıyor. Dolayısıyla bence İzmir’in hala bir otel ihtiyacı var. Çünkü dediğim gibi bir kongre en azından 1500 kişiliktir. O 1500 kişiyi yatıracak beş yıldızlı otel yok. Duyumlar alıyoruz ama irili ufaklı pek çok otel açılıyor. Birkaç tane enternasyonal zincirin de İzmir’de arayışları olduğunu biliyoruz. Zaman içerisinde taşlar yerine oturacaktır herhalde.

- Gelen turistlerin İzmir ile ilgili genel değerlendirmeleri nasıl oluyor? Memnun ayrılıyorlar mı ya da eksik gördükleri yanlar oluyor mu?

KIZILCAN: İzmir için güzellik ve şirinlik kelimelerini kullanıyorlar genelde. İzmir’in körfezin etrafında bir gerdanlık gibi olması, Türkiye’deki diğer şehirlerle kıyaslayacak olursak, kendine göre biraz daha relaks bir yaşam stili olması, yaşamasının daha kolay bir şehir olması, insanlarının belki biraz daha sıcak olması bütün bunlar insanlar üzerinde pozitif intibalar yaratıyor tabii. Çünkü buraya gelen insanların buradan iyi şekilde ayrılması için şehrin şehir olarak sadece kendi fiziksel güzelliği yeterli değildir; şehrin içerisinde yaşanan tecrübeler önemli. Mesela, size en son verilen hediye neydi? Neyin içinde paketlenmişti? Genelde paketi hatırlamayız, içindeki şey bizde bir intiba yaratmıştır. Bu durum, bir yere gittiğiniz zaman bir destinasyonda yaşadıklarınızda olur. Yani bunu bir otel olarak ele alacak olursak, granitler, mermerler, kristallerden ziyade otelde yaşamış olduğunuz şeyleri hatırlayacaksınız. Gittiğiniz bir destinasyonda, oradaki tecrübeleriniz, gördükleriniz, yaşadıklarınız hatırlanacaktır daha çok. İzmir’de veya herhangi bir destinasyonda insanların iyi bir intibayla buradan ayrılması için Kemeraltı’na gittiyse oradaki esnafla olan ilişkisinden tutun, taksiye bindiği zaman taksi şoförünün davranışına, havaalanına geldiği zaman o damgayı vuran polisin hal ve tavırlarına kadar bir zincir olarak her şey etkilidir. İlk ve son intiba çok önemlidir. Bence bu konuda konaklama tesisi olarak bizim İzmir’in güzelliğine yapabileceğimiz en büyük katkı elimizden geldiği kadar en iyi hizmeti verebilmek. Eğer biz bunu veriyorsak, o taşın altında bizim de elimiz var demektir.

- Markalaşma sürecinde İzmir nerede duruyor?

KIZILCAN: Daha emekliyor. Daha henüz kararını vermiş değil. Çünkü markalaşmak için her şeyden önce bir nişinizin olması lazım. Bir karar vermeniz lazım, ben neyim? Balık mıyım yüzer miyim? Kuş muyum uçar mıyım? Ünik diyebileceğiniz başka kimsede olmayan, ne özelliğim var ve ben neyi ön plana çıkarmak istiyorum? Bu konuda İzmir henüz karar vermiş değil.

- Sizce neler ön plana çıkarılmalı? 

KIZILCAN: Ben bir otorite değilim bu konuda, ben sadece dışarıdan gözlem yapıp, o kritiği veren insanlardan bir tanesiyim. İzmir’in bir tarihi var her şeyden önce. En son bulgular 8 bin yıldan bahsediyor. 8 bin yıllık geçmişi olan çok şehir yoktur dünyada. Örneğin Homeros’un doğum yeri olduğunu pek çok insan bilmiyor yurtdışında. Bunlar o ünik dediğimiz, bizde olan ama başka kimsede olmayan bir takım şeyler. Bir kere şehrin kendisinde var olan bir takım şeyler vardır, lütuf olan şeyler. Bir de bizlerin insan olarak yapabileceği katkılar vardır. Bunlar belki daha çok ön plana çıkarılabilinir. İzmir’de bir Barselona kıyaslaması var. Tamam ama bir Barselona veya Avrupa’da herhangi bir şehrin tarihi dokularını ne kadar özenle koruduklarını biliyoruz. Biz burada zaten treni kaçırmışız elimizden. Ama coğrafi konumu, iklimi, yaşam tarzı kullanılabilinir mesela. Türkiye’nin veya Ege’nin en sağlıklı şehri denilebilir ya da zeytinyağının çok kullanıldığı, en sağlıklı mutfağı. O kadar çok şey var ki ön plana çıkarılabilecek. Yeter ki bir karar verelim önce. Biz neyi ön plana çıkaracağız?

Sağlık turizmine yönelelim, sağlık turizminde marka olalım ya da kongre turizmde iyi olalım şeklinde konuşuluyor ama kişiler bir yere gitmeden önce, oraya gitmek için bir sebepleri olması lazım. Yani, siz Mısır’a niye gidersiniz? Piramitleri görmeye. Piramit kendi kendine bir markadır. O konuda bizim bir karar vermemiz lazım önce İzmir olarak.

 

Renkli Kalem Medya Grubu
Tüm Hakları Saklıdır ©