Yılmaz Karakoyunlu - “İzmir mübadillerle şahsiyet kazandı”

“İzmir insanının bakışlarında nem var” diyor  Yılmaz Karakoyunlu.  10 yıldır yaşamını sürdürdüğü Urla’da, insanın içine işleyen öyküleri kaleme almaya devam eden Karakoyunlu, kapı komşusuyken komşu coğrafyalara savrulan hayatları anlatıyor tüm gerçekliğiyle

 

Söyleşi: Derya Şahin / Fotoğraflar: Onur Şan

 

Salkım Hanım’ın Taneleri, Güz Sancısı, Üç Aliler Divanı, Çiçekli Mumlar Sokağı, Yorgun Mayıs Kısrakları, Ezan Vakti Beethoven, Beyaz Mahşer Gergefi, Mevsimler Eskidi Biraz, Serçe Kuşun Sonbaharı ve son olarak da Mor Kaftanlı Selanik… Okuyucusunu ilk satırından sonuna dek tutsak eden bu kitapların yazarı Yılmaz Karakoyunlu. Sadece bunların değil tabii, nice şiir, şarkı ve oyunun da yazarı. Sanatçı ve yazarlığı bir yana aynı zamanda bir ekonomist, siyasetçi ve de devlet adamı.

Siyaseti bırakınca kendine verdiği sözü tutup Urla’ya yerleşen Karakoyunlu, 10 yıldır yaşamının sürdürdüğü İzmir’in bu şirin ilçesinde yüzyılımızın en önemli tarihsel ve toplumsal dönemeçlerinden biri olan mübadelenin izini sürüyor. Mübadillerin çektikleri memleket hasretini öyle gerçekçi aktarıyor ki, onların hüzünlerini ruhunuzun derinliklerinde hissediyorsunuz. Urla ve İzmir dâhil, mübadeleye sahne olan topraklarda yaşananlara dönemin koşullarında bakmayı başaran Karakoyunlu, eserlerinde kapı komşusuyken komşu coğrafyalara savrulan hayatları tüm gerçekliğiyle yansıtıyor. “İzmir insanının bakışlarında nem var” diyen Karakoyunlu, mübadele ile gelenlerin kente şahsiyet kazandırdığını ifade ediyor.

 

10 yıldır Urla’da yaşıyorsunuz. Neden Urla’yı tercih ettiniz?

Karakoyunlu: Kabinede devlet bakanı, hükümet sözcüsü olduğum dönemde konuşmacı olarak davetli olduğum bir toplantı için Çeşme’ye geldim. Toplantıdan sonra bir balık yiyeyim dedim. Aynı dönemden bakan dostum, sevgili arkadaşım Prof. Dr. Suat Çağlayan, “Gel seni bir yere götüreyim” dedi, Urla iskelede bir mekâna geldik. Yemeğimizi yedikten sonra da beni evine davet etti. O gün öğle uykumu Urla’da uyudum. Uyandığımda hava çok güzeldi. Yürüyüşe çıktım, şu anda evimin bulunduğu noktadan manzarayı seyrettim ve kendi kendime “Siyaseti bırakınca buraya yerleşeceğim” dedim. Aslında aklımda üç yer vardı; İzmir Urla, Antalya Aksu, Edirne Enez. Ama ben Urla’yı tercih ettim. Siyaseti bıraktım ve zamanında Urla’yı seyrettiğim o yere yerleştim.

 

Urla sizin için bir inziva yeri mi?

Karakoyunlu: Burası benim için kafa dinlemekten çok öte. Burada roman yazıyorum, bilimsel çalışma hazırlıyorum. Bunları İstanbul’da yapamıyorum, çünkü çok gürültülü bir şehir İstanbul.

 

Urla’da yaşamanız yazınsal hayatınızı olumlu etkiledi mi?

Karakoyunlu: Evet, son 10 yılda 4 roman yazdım. İlk olarak, ihtilal öncesi dönemde iddialı bir solcu ile bir musiki muallimesinin hikâyesini anlattığım ‘Perize, Ezan Vakti Beethoven’ romanını yazdım. Onu ‘Yorgun Mayıs Kısrakları’ ve ‘Serçe Kuşun Sonbaharı izledi. Yorgun Mayıs Kısrakları’nda, Menderes’in aşkı etrafında demokrasi mücadelesine ağırlık verdim. Serçe Kuşun Sonbaharı’nda ise Şeyh Bedrettin’in hayatını ele aldım. Son olarak ‘Mor Kaftanlı Selanik’i yazdım. Kitabı yazarken romanın konu aldığı yerlerin coğrafyasını görmek istedim. Selanik, Girit, Sakız, Samos ve Midilli’ye gittim. İzlenimlerim ve tespitlerim bu romanın hem duygusal dünyasını, hem coğrafyasını çok etkiledi ve yararlı oldu. Öykülerimden oluşan kitabımın çalışmalarını da yakın zamanda tamamladım. Şimdilik ismini “Neşide Hanım’ın Konağı” olarak düşünüyorum. Ayvalık zeytin hasadı sırasında gözlediklerim beni çok etkiledi. Ve Ege bölgesinin dokuz değişik yöresinden dokuz kadının mahrem maceralarını anlatan hikâyelerimi kaleme aldım.

 

Mübadeleyi konu alan kitaplar yazıyor, mübadillerin yaşadığı bölgelerde araştırmalar yapıyorsunuz. İzmir’in kent kimliğinde mübadele ve mübadillerin önemi nedir sizce?

Karakoyunlu: 1924 Lozan Anlaşması’ndan sonra mübadiller İzmir’e gelince bu kentin kimliği değişti. Mübadiller çok değişik yerden ve şehirlerden geldiler. Gelenler evlerini terk etmiş insanlardı. Göçmen olarak gelen insanların çevreyle uyum sağlamaları kolay olmaz, ama bu kadrolar, çok sağlam ahlak değerleri ile gelirler. İradeleri çok düzgün ve sağlam olur. O dönemde gerek Selanik’ten, gerek Makedonya’dan kente gelen mübadillerin İzmir’e şahsiyet kazandırdığını düşünüyorum.

Hem adalardan hem de Yunan anakarasından gelenler, bilgilerini, tecrübelerini getirirken aynı zamanda duygularını ve terbiyelerini de getirdiler. Ege Bölgesi’nde yerleştirildikleri yerlere bu terbiye ve irade etkinliğini yerleştirdiler.

 

Yazılarınızda Türkiye’de kentsel değerlendirme ölçütlerinin yeterli olmadığını belirtiyorsunuz. Sizce bir kenti, örneğin İzmir’i değerlendirirken hangi ölçütler göz önünde bulundurulmalı?

Karakoyunlu: İzmir benim çocukluğumdan beri, tarih coğrafya kitaplarında, “Türkiye’nin ihracat limanı” diye anlatılırdı. Peki, ne ihraç eder İzmir? Uçak mı, elektrik santralimi? Hayır, zeytinyağı, zeytin, üzüm, incir, yani tarımsal ürün ihraç eder bu kent. Elbette ki İzmir’i tanıtırken bunları da anlatmak gerekir; ama İzmir’i tanımlamak için tek başına yeter mi bu ölçüt? Bence yetmez.

İzmir’in öncelikle nasıl bir şehir olduğunu anlatması gerekir. ABD’nin bir eyaleti olan Kansas’ı ele alalım. Nüfusu 2,5 milyon olan Kansas’ın yüzölçümü ise İzmir’in iki katı kadardır. İzmir’de 9 üniversite vardır, Kansas’ta ise 49. İzmir, Türkiye’nin üçüncü büyük şehri ama birinci ligde takımı yok. Benim gençliğimde 6 takım vardı. Hepsini hayranlıkla izlerdim. Altay, Göztepe, Karşıyaka, Altın Ordu, İzmirspor ne muhteşem takımlardı. Bugün ise bunlardan etkin olan ne kaldı. İstanbul’da yaşardım; ama Altay denilince içim titrerdi. Çünkü, İstanbul’da Beşiktaşlıydım. Örneklerden de anlaşıldığı üzere bazı şeyler, kendi kendine değer taşır.

 

İzmir için öngörülen turizm, kültür, fuarlar, kongreler şehri yakıştırmaları bu açıdan birer ölçüt olarak kabul edilebilir mi sizce?

Karakoyunlu: İzmir bir kültür ve turizm şehri diyemezsiniz. Çünkü deniz turizminde sadece Çeşme’yi satıyor İzmir. Dikili aynı ölçüde satılıyor mu? Ya da tarihi ve kültürel değerlerini yeterince kullanabiliyor mu tanıtımı için? Hayır. Kendinizi üç şeyle sınırlamışsınız; birincisi Demeter heykeli, ikincisi Efes, üçüncüsü de Meryem Ana’nın mezarı. Hâlbuki Bergama gibi bir değeri var İzmir’in. Yeterince tanınmıyor, bilinmiyor.

“Gençler daha aktif olmalı”

 

Siz İzmir’in geleceğini nerede görüyorsunuz?

Karakoyunlu: Kültür, turizm ve fuarlarda İzmir çok önemsenmesi gereken bir uygar ve cesaretli kenttir. Son dönemde kültürel anlamda iyi şeyler de oluyor İzmir’de. Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay, dünya çapında örnek gösterilebilecek nitelikte bir şey yaparak; Anadolu Filarmoni Orkestrası’nı İzmir’de kurdu. Halk ile klasik müziği bir araya getiren bu orkestranın benzeri başka bir yerde yok. Bunu İzmir için çok önemli bir faaliyet sayıyorum. Bunun yanı sıra eğitim anlamında da önemli yatırımlar yapılıyor, yeni üniversiteler kuruluyor. Örneğin İzmir Üniversitesi adıyla bir üniversite kuruldu bu şehirde. Bunun da benzeri yok. Türkiye’de şehirlerin adıyla anılan üniversitelere baktığımızda hepsinin devlet üniversitesi olduğunu görüyoruz, İzmir Üniversitesi ise özel üniversite.

Ancak İzmir’deki üniversitelerin ve üniversite öğrencilerinin yeterince aktif olmadığını düşünüyorum. İzmir’deki 9 üniversite arasında düzenlenen bir yarışma var mı örneğin? Benim bildiğim kadarıyla yok. En basitinden üniversiteler arası bir futbol müsabakası bile yapılmıyor. Bir tiyatro festivali yapılsa, bir münazara müsabakası yapılsa, ne kadar ilginç olur değil mi? Dolayısıyla gençler okuduğu üniversitenin armasını bile bilmiyor. Hâlbuki Dokuz Eylül Üniversitesi ile Ege Üniversitesi ile futbol maçı yapsa, maçı da Urla’da bir statta yapsa ne kadar tesirli olur düşünebiliyor musunuz? Bir kentin genç nüfusu o kentin kültürel, sanatsal, sportif faaliyetlerine katkıda bulunmazsa o kentin gelişmesi mümkün değildir. Bu sadece İzmir’in değil, Türkiye’deki pek çok kentin sorunudur… Ancak İstanbul’da ya da Ankara’da böyle bir sorun yok. İstanbul öğrencisini hocaları yönlendirir çünkü. Ben Ankara’da Mülkiye’de okudum. Üniversiteye gelene kadar Diyarbakır’da opera ve bale görmemiştim. Hocalarımız bizi yönlendirirdi.

“EXPO’ya en layık kent İzmir”

 

İzmir’in EXPO adaylığı hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz? İzmir’in şansını nasıl görüyorsunuz?

Karakoyunlu: EXPO’ya en layık ket olarak İzmir’i görüyorum. Kentin kendisini ispatlayabilmesi için ne yapması gerekiyor diye sorarsanız; öncelikle kendini iyi tarif etmesi, ardından da halkını teşhir etmesi lazım derim. İzmir insanı ince huylu, duygusal, bakışlarında nem var. İzmirli ıstırabın ne olduğunu biliyor, şefkat ile merhamet arasındaki farkı ayırabiliyor. Merhamet bir insanın talep edilme halinde ona göstermeniz gereken yakınlığın ifadesidir. Acıyarak hizmet verirsiniz. Şefkatte ise talebe ihtiyaç yoktur. Şefkat sizin yarattığınız duyguların harekete geçişidir. Otorite sizsinizdir.

 

İnsan ve kent arasındaki en can alıcı ilişki ortak bir kültür oluşturma iradesine yatkınlıklarıdır diyorsunuz. Bu açıdan baktığınızda İzmir’de ya şayanlar ile İzmir kenti ortak kültür oluşturabilmiş mi?

Karakoyunlu: Pek sayılmaz. Dikkat ederseniz ortak bir kültür oluşturma noktasında irade yatkınlığından bahsetmişim. İrade bir kararı mutlaka yerine getirmenin azmidir. Azim tek başına bir mana ifade etmez. Azmi bir karara bağlamak gerekir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti bu meseleyi çözmeye azim ve kararlıdır denir. İzmir’de bu iradeyi göremiyorum. Kentsel nüfus ile kırsal nüfus arasındaki fark bu iradenin oluşmasını engeller. Kentsel nüfus kırsallaşamadığı gibi, kırsal nüfusun kentleşmesi de 50 seneyi bulur. O zaman kırsal sınıfın egemen olduğu bir coğrafyada sizin kentselliğiniz sadece ana şehre bağlılık olur. Bu da ortak kültür oluşturma idaresine el vermez.

Renkli Kalem Medya Grubu
Tüm Hakları Saklıdır ©