Birgi’den Kiraz’a Kestane dünyasında bir yolculuk

Tarihin bıraktığı kültürel izlerin zenginliği Birgi’yi benzersiz kılsa da, hedefimiz, kestanenin en güzellerinin yetiştiği bu havalide, kestane gömülerinin durumuna bakmak, kıvrım kıvrım dağ yollarını izleyerek Kiraz’a ulaşmak

 Yazan: İbrahim Fidanoğlu

Birgi, Bozdağ’ın eteklerinde; bu dağa yüzyıllardır sırtını yaslamış olmanın verdiği güven ve ondan güç alarak gelişen kadim geçmişiyle bölgenin öne çıkan yerleşimidir. Varlığını günümüzde de sürdürmektedir. Bozdağ’ın kendine has fiziksel koşulları ve tarihin bu topraklarda bıraktığı kültürel izlerin zenginliği, Birgi’yi bizim için de benzersiz kılmaktadır. Ama bizim bugünkü hedefimiz; Birgi’nin arka dünyasına doğru sarkmak, kestanenin en güzellerinin yetiştiği bu havalide kestane gömülerinin durumuna bakmak ve daha sonra Yılanlı Kale rotasıyla Bozdağ’ı yalayarak, kıvrım kıvrım ilerleyen dağ yollarını takip etmek ve sonunda Kiraz’a ulaşmak…

Sabahın erken saatlerinde geldiğimiz Birgi’de bizi bekleyen ilk sürpriz, fırından yeni çıkmış, tam buğday unundan tatlı maya ekmeklerdi. Aydınoğlu Mehmet Bey Camisi’nin önündeki meydana çıkan ağaçlıklı yol üzerinde karşımıza çıkan mütevazı fırın, bu anlamda özel bir yerdi. İşletmecisiyle ayaküstü sohbet ettik. İzmir’in merkez ilçelerine yönelik dağıtım projelerinden söz etti. Dumanı üstünde tüten leziz ekmeklerden hem tattık, hem de İzmir’e götürmek üzere birer ikişer aldık. Bizim beğenimiz, onu daha da mutlu etmişti. 

Yılanlı Kale’ye tırmanış

Fırından ayrıldıktan sonra Aydınoğlu Mehmet Bey Camisi’nin yer aldığı meydandan Bozdağ’a doğru kıvrılan Yılanlı Kale levhasının bulunduğu yola saptık. Köşedeki Birgi’nin asırlık kahvehanelerinde hayat uyanmıştı bile. Yıkık bir su kemerini ve İmam Birgivi’nin türbesini arkamızda bırakarak Yılanlı Kale’ye doğru bir tırmanışa başladık. Tırmandıkça güzelleşen, doğanın eşsiz fırça darbeleriyle bir tablo gibi biten manzaranın doyumsuzluğu karşısındaki hayranlığımız sınırsızdı.

Kestaneler diyarı

Bozdağ’a doğru Hacıhasan köyünden sonraki tepeyi aştığımızda, kestane ağaçları ve yol kenarlarında üzerleri eğrelti otlarıyla kaplı kestane gömüleri başladı. Artık lezzetine doyum olmayan Birgi’nin arka dünyasındaki kestane diyarına gelmiştik. Kemerköy’ün hemen altındaki bir virajda köylüler, bir gömüyü açmakla ve gömüden çıkardıkları kestaneleri sınıflandırarak, büyük çuvallara doldurmakla meşguldü. Örtü altında çürümeye bırakılan dikenli zırhların içindeki kestanelerin, yaklaşık 2-3 hafta bu şekilde bekletildikten sonra eğrelti otu ağırlıklı örtüleri kaldırılıyor, temizlik ve ayıklama faslına geçiliyordu. Bizim bugün şahit olduğumuz aşama, işte bu anı temsil ediyordu. Çoğunluğu kadınlardan oluşan işçiler, bu işlemleri yaparken, birkaç erkek işçi de güç gerektiren çuvalları istifleme, traktör römorklarına yükleme vb. işlerle meşgul oluyorlardı.

Bölge, Türkiye’nin en lezzetli kestanelerinin yetiştiği bir havza olarak dikkat çekiyor. Özellikle kara aşı ve sarı aşı olarak adlandırılan kestane türleri, bu yörede en çok yetiştirilen ve kalite açısından da en aranan cinsler olarak biliniyor. Bunun yanında Balyambolu ya da Beydağ olarak bilinen bir başka tür daha var. Ama özellikle kara aşı kestaneler, damarsız ve yekpare bir yapıya, ayrıca sağlam bir genetik özelliğe ve benzersiz bir lezzete sahip olması nedeniyle Bursa yöresi kestane şekeri üreticileri ve uluslararası ithalatçılar tarafından tercih ediliyor.

Dağlara vurma zamanı

Kestane gömüsünün açılışına dair izlenimleri geride bırakarak Kemerköy’ün meydanına kadar çıktık ve meydandaki kahvehanelerden birinde çay molası verdik. Kahvehanenin içi oldukça sakindi çünkü herkes kestanesinin peşinde ve hasat telaşındaydı. Ağaçtan toplanmasından toprağa gömülmesine, gömüden çıkarılıp çürüyen dikenlerinin ayıklanmasına, sınıflandırılmasına ve çuvallanmasına kadar oldukça emek yoğun işlemlerle pazara sunulabilir hale gelen kestanenin bu serüveni, üretici için oldukça eziyetliydi. Hele bir de tüccara olan mahkûmiyet, köylünün emeğinin yeterince karşılık bulamaması ve yaratılan değerin aracılarca paylaşılması; bu da tabii ki işin her zaman olduğu gibi can yakıcı yönüydü. Kahvehanede yanan soba başında köylülerle yaptığımız kısa sohbete çaylar eşlik etti.

Artık dağlara vurma zamanıydı; kara aşı kestanelerimizi torbalarımıza doldurarak Kemerköy’den ayrıldık.

Birbiri ardına uzanan derin vadilerin yamaçları boyunca; kahverengiye boyanmış bir denizi andıran Kemerköy’ün arka dünyasında, neredeyse Kiraz’a kadar kıvrım kıvrım dağ yollarından geçerek, dura kalka ilerledik. İlk vardığımız köy, Yılanlı idi.

Yılanlı Kale

Yılanlı Köyü, aynı adla anılan bir Pers Dönemi savunma kalesinin de bulunduğu oldukça dik bir tepenin hemen eteklerine kurulmuş. Bölgede buna benzer Pers savunma noktalarına rastlanmakta. Keldağ üzerindeki kale, Tire yakınlarındaki Yörükler Gediği’nde Fesattepe’de yer alan Pers Satrapı Gamerses’in garnizonunun bulunduğu kale ve Tire yakınlarındaki Hisarlık köyünün hemen üstünde yer alan kale, bu yapılardan bazıları olarak dikkat çekiyor. Hatta üzerinde ana tanrıça Meter’e adanmış sunak alanlarının yer aldığı Balabanlı ve Peşrefli kaleleri bile Persler tarafından aynı dönemde stratejik geçişleri kontrol etmek için kullanılmış olabilir. Doğal olarak; aynı hâkim mevkiler, Bizans Dönemi’nde de özellikle 12-13. yüzyıllarda Türk akınlarına karşı bir gözetleme noktası olarak kullanılmış olmalı.

Arkeolog Şükrü Tül’e göre ise kuruluşu Helenistik Döneme uzanan kale, Bizans Dönemi’nde 7-8. yüzyıllardan başlayarak, 12-13. yüzyıllara kadar kullanılmıştır. Özellikle biçimlenişi merkezi yönetimin isteği ile değil, dağda yaşayan halkın isteğiyledir. Bu nedenle Bizans vakıf ve öteki resmi kayıtlarında anılmaz. Türk akınları sırasında koyunların saklanması amacını taşıyabilir. Bu yanıyla Ödemiş yakınlarındaki Balabanlı, Fata (bugünkü Gökçen) ve Peşrefli Kalesi gibi kalelerle benzeşen dağ başı güvenlik alanlarından biridir.(1)

Yılanlı Kale’nin sağlam burçları

Yaklaşık 2 yıl kadar önce bölgeye bir kez daha gelmiş ve Yılanlı Kale’ye kadar çıkmıştık. Oldukça sarp ve şist yapıda kayrak taşlarla kaplı bir yamaçtan gerçekleştirdiğimiz tırmanışımızda, eğim ve kaleye giden düzgün bir patikanın bulunmaması nedeniyle epey zorlanmıştık. Yukarı çıkınca gördük ki; yaklaşık 1200 metrelik bir yükseklikteki Yılanlı Kale, İlkçağ’da Ephesos-Philadelphia (Alaşehir) geçişine hâkim bir noktada kurulmuş oldukça iyi bir gözetleme mekânı olarak kabul edilebilir. Kaleden bugün bakıldığında, önündeki tepelerin ardından Küçük Menderes Ovası ve Beydağ Barajı rahatlıkla seçilebiliyor. Kaleye bugün oldukça harap durumdaki güney yönünde yer alan bir kapıdan giriliyor. Kalenin güneyinde yer alan iki burç, kale girişini kontrol etmekte. Duvarlar yerel malzeme olan kayrak taşlardan ve yer yer tuğla karışımlı olarak yapılmış. Savunma yapısı, iç ve dış kaleden oluşuyor. İç içe iki sıralı duvar temelleri rahatlıkla izlenebiliyor. Kalenin kuzey ve batı yönlerindeki iki burcu ve onları birleştiren sur duvarları günümüze oldukça iyi durumda ulaşmış. Ancak güney ve doğuya bakan duvarlar için aynı şeyi söylemek mümkün değil.

Yılanlı’dan Dokuzlar’a

Batıdan doğuya doğru giderek alçalan bir vadinin kuzey yakasında yer alan Yılanlı ve diğer köyler, Kiraz yakınlarındaki Çatak Barajı’na kadar bu vadinin kuzey yamaçları boyunca, inebildikleri kadar aşağılara doğru sarkarak konumlanmışlardı. Yılanlı’dan Dokuzlar’a doğru ilerlerken, yolun kıyısında birikmiş kestane ve ceviz yapraklarının oluşturduğu manzara, görülmeye değerdi. Sessizliğin içinden süzülürken yaprakların ve zaman zaman rastladığımız yol kenarlarındaki çeşmelerden akan suyun sesi dışında, doğa bütün sesleri yutmuştu sanki. Bazen bir kuşun ötüşü, bazen yoldan geçen bir traktörün sesiyle bölünen bu sessiz ayin, kaldığı yerden yine devam edecekti birazdan.

Dokuzlar köyüne ulaştığımızda karşı tepelerin kahverengi örtüsü karşıladı bizi. Belli ki kestane ağaçlarının egemenliği altındaydı karşı tepeler. Birgi’nin arka dünyasındaki kestane diyarında süren yolculuğumuz, Çatak köyü yakınlarındaki Kadın Deresi’ne doğru zigzaglar çizen keskin virajlarla devam etti. Yol düzleminden aşağılara doğru bakıldığında altımızdaki Öküzdere Vadisi’nin önünün kesilerek oluşturulduğu anlaşılan Çatak Baraj Göleti’ni görebiliyorduk artık. Ama hâlâ 800-900 metrelerde dolaşmaktaydık henüz. Sürekli “S” çizerek devam eden inişimiz, Kadın Deresi’nde son buldu. 

Kadın (Çatak) Deresi ile birleşen Öküz Deresi Vadisi’nde yükselen bendin arkasında epey su birikmişti. Görüldüğü kadarıyla inşaat faaliyetleri bir yandan sürmekteydi. Çünkü baraj alanı, halen bir şantiye görünümündeydi. Biz rotamızı, kuzey-güney hattında Küçük Menderes’e doğru akmakta olan Kadın Deresi’nin yukarılarına doğru çevirdik.

Kadın Deresi

Kadın Deresi, aslında İlkçağ’da Kaystros adıyla anılan ve Artemis’e adanmış toprakları geçip Pamucak önlerinden Ege Denizi’ne dökülen Küçük Menderes Irmağı’nın Bozdağ’dan doğarak gelen ilk orijinal hali olarak biliniyor. Bu dere, İlkçağ’da Kelbos yada Kilbos adıyla anılırmış.(2) Bugün Kiraz’ın içinden geçerek güneye doğru kıvrılan Kadın Deresi, Kiraz’ın güneyinde Haliller Deresi ile birleşerek Küçük Menderes Irmağı’nı oluşturmakta ve Beydağ Barajı’na doğru akmakta.

Dere boyunca vadinin içerlerine doğru yürüdük. Çatak köyünün bir mahallesi de vadinin dibine doğru çekilmişti. Dere üstünde yer alan sel kırıcı bentler, bize Tire yakınlarındaki Eğridere Vadisi’ni hatırlattı. Derede Kasım ayı olmasına rağmen oldukça fazla miktarda su vardı. Bu da bize baharda yükselen suyun çevredeki köyler ve tarımsal alanlar için ne derece bir tehdit olduğunu göstermesi açısından dikkat çekiciydi. Ama hazin olan, Bozdağ’dan gelen bu coşkun suyun Küçük Menderes Ovası’nda kayboluşu ve Tire yakınlarında çevre yerleşimlerden gelen pis suların da karıştığı cılız bir dereye dönüşmesiydi.

Köyün evlerinin bittiği bir noktada tam dere yatağının kıyısında bir alabalık çiftliği ile karşılaştık. Anlaşıldığı kadarıyla yaz mevsiminde sık çınar ağaçlarının koyu gölgesi altında ve dere yatağının neredeyse içine atılmış masalarda, gelenlere servis yapılıyordu. Ancak hafta arası olduğu için olsa gerek, şimdi ortalıkta kimsecik yoktu. Balıkların bulunduğu havuzlar, mutfak ve diğer teşkilat yolun öbür yakasındaydı. Etrafa göz attıktan sonra dere boyunca geriye dönüp daha güneydeki; bir kartpostal görünümündeki Yeşildere köyüne doğru hareket ettik.

Hisarköy

Çatak Baraj Gölü’nün üst düzleminden bakıldığında Kadın Deresi’nin iki yanında yer alan türlü yeşillikteki ekili tarlalarıyla oldukça sevimli ve pastoral bir görünüme sahip köyün evleri, yine diğerlerinde olduğu gibi arazilerin genişliğine uygun şekilde çevreye dağılmış durumdaydı. Derenin kıyısını takiben ilerlerken, Kiraz’a doğru; ufuk çizgimizde küçük bir tepenin üstündeki hisarı fark ettik. Oraya uğramazsak olmazdı. Saçlı köyü üzerinden köy yollarını takip ederek, hisarın bulunduğu aynı adla anılan Hisarköy’e ulaştık. Köy, Kiraz’ın yaklaşık 2 kilometre kadar kuzeyinde kalıyordu.

Hisar Kalesi olarak anılan kale, yaklaşık 350 metre yüksekliğindeki bir tepenin üstünde kuzeybatı-güneydoğu ekseninde konumlanmış. Kaleye, Kiraz Belediyesinin Sosyal Tesisleri’nin yer aldığı arkadaki bir başka tepeye çıkan asfalt yol üzerindeki güneybatı yönünde bulunan bir kapıdan giriliyor. 19. yüzyıldan kalma evleriyle içinde halen kullanılmakta olan bir mahalleyi de barındıran kalenin dört tane burcu ayakta. Kale duvarları ile kalenin içindeki evlerin duvarları, yüzyılı aşkın bir kardeşlik içinde neredeyse bütünleşmiş durumda. Ayrıca kalede bir de cami yer alıyor.

Hisar Kalesi

Kale, kaynaklarda, İlkçağ yerleşimi Koloe’nin ilk kurulduğu yer olarak belirtiliyor. Roma Dönemi’nde Koloe ve bugünkü Beydağ’daki Palaiapolis kenti, bir yönetim merkezi altında birleştirilerek, Kilbianoi adıyla sikke bastırmış.(3) 5000 yıllık bir geçmişi olduğu söylenen kalenin bugün güneybatı yönündeki sur duvarları ve burçları ayakta. Dere yatağına paralel kuzey doğu duvarları ise oldukça harap vaziyette ve 19. yüzyıldan kalma yerleşim yapılarıyla bütünleşmiş durumda. Moloz taş ve tuğla malzeme kullanılarak yapıldığı anlaşılan kalenin bugünkü halinin, bir Ortaçağ kalesi görünümü arz ettiği söylenebilir. Bu da bugünkü yapının büyük olasılıkla Bizans Dönemi’nden kalma olduğunu, ayrıca Aydınoğulları ve Osmanlı Dönemi’nde onarılarak kullanıldığını anlatıyor.

Kalenin içindeki sağlam durumdaki iki katlı büyük bir ev, 19. yüzyıldaki hayata dair ziyaretçilerine ipuçları sunuyor. Hisarköy’ün de bu anlamda 19. yüzyıldan kalma bir köy olduğu söylenebilir. Bugün kalenin kuzeybatı yönündeki sur duvarlarına içeriden yaklaşmak, kalenin bu kısmının koyun ağılı olarak kullanılması ve çoban köpeklerinin bu bölgeyi kontrol altında tutmaları nedeniyle pek mümkün görünmüyor.

Bizim için bir keşif gezisi niteliği taşıyan bugünün sonu artık. Kiraz Belediyesinin Sosyal Tesisleri’nde Hisar Kale’ye karşı gecikmiş bir öğlen yemeği sonrasında hedef, İzmir olacak yine. İhtimal ki; Bozdağ’ın güneyinde yaptığımız bu pastoral yolculuk, asla unutulmayacak ve bu coğrafyadaki yeni yolculuklara kapı açacak.

Dipnotlar

  1. Artemis Yolu üstünde İlkçağ Kenti HYPAIPA, Arkeolog Şükrü TÜL; Ödemiş Belediyesi

Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Yayını:10, Basım: Mart-2014; sayfa:142

  1. Kadın Deresi hakkında bkz. http://www.kultur.gov.tr/TR,72730/kiraz.html
  2. Kiraz Tarihi ile ilgili olarak bkz. http://www.kultur.gov.tr/TR,72730/kiraz.html
  3. Fotoğraflar: Aydın Aydemir ve İbrahim Fidanoğlu.

 

 

 

 

 

 

 

Renkli Kalem Medya Grubu
Tüm Hakları Saklıdır ©